Gamze Taşcıer: İktidar, İşsizliği Bile Lüks Hâline Getirdi

21.11.2025

Genel Sağlık Sigortası, 2008 yılında toplumsal risklerin paylaşılması ve herkesin temel sağlık hizmetine erişiminin güvence altına alınması amacıyla hayata geçirilmişti. Sosyal devlet anlayışı, vatandaşın gelir durumundan bağımsız biçimde sağlık hakkını koruma sorumluluğunu taşır.

Bugün gelinen noktada ise sistem, sağlık güvencesi sunan bir yapı olmaktan uzaklaşarak işsizleri ve düşük gelirli yurttaşları prim borçlarıyla karşı karşıya bırakan bir finansal baskı aracına dönüşmüştür.

Bu kapsamda Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı kararıyla Genel Sağlık Sigortası (GSS) prim oranlarının yüzde 3’ten yüzde 6’ya çıkarılması, dar gelirli yurttaşlarımız açısından ağır bir mali yük yaratacaktır. 1 Aralık itibarıyla en düşük GSS priminin 1.560 lirayı aşması, özellikle işsizler ve güvencesiz haneler için geçim mücadelesini daha da zorlaştıracaktır. Üstelik yeni yılda yapılacak asgari ücret düzenlemesiyle birlikte GSS Primindeki artış iki ay içerisinde yüzde 150’leri bulacaktır.

GSS primlerinin iki ay içinde yüzde 150–160 oranında artırılması, iktidarın kendi açıkladığı hedef enflasyonla uyum göstermemektedir. Ekonomik yönetimde öngörü eksikliğini ortaya koyan bu adım, bütçe dengesinin toplumun en kırılgan kesimleri üzerinden sağlanmaya çalışıldığını göstermektedir. Nitekim bugün Türkiye’de 8 milyondan fazla yurttaşımızın GSS primleri devlet tarafından karşılanmaktadır. Bu veri, sistemin vatandaşın sağlık hakkını güçlendirmek yerine borç biriktiren bir yapıya dönüştüğünün en somut göstergesidir.

Mevzuata göre bir kişi işsiz olsa bile, yaşadığı hanede kişi başına düşen gelir asgari ücretin üçte birini aşarsa prim ödeme zorunluluğu sürmektedir. Bu durum, tek geliri asgari ücret olan hanelerde işsiz gençlerin, sağlık hizmeti almamalarına rağmen her ay prim borcuyla yüz yüze gelmesine neden olmaktadır.

Biriken borçlar gecikme zammı ve TEFE/ÜFE farklarıyla hızla büyümekte; ardından e-haciz süreçleriyle banka hesapları, vergi iadeleri ve gelecekte elde edilecek gelirler dahi baskı altında kalmaktadır. Bu tablo, sosyal güvenlik sisteminin koruyucu niteliğini aşındırmakta, vatandaşı mali açıdan daha kırılgan bir konuma sürüklemektedir.

Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 28 bin liranın üzerinde, yoksulluk sınırı 92 bin lirayı aşmış; bekâr bir çalışanın yaşama maliyeti 37 bin liraya yaklaşmıştır. Bu rakamlar karşısında mevcut ücret düzeyleri, emeklilerin aldığı gelir ve işsiz yurttaşların yaşadığı geçim baskısı ağırlaşmaktadır.

Böyle bir ortamda GSS prim artışı, ekonomik krizin yükünü geniş toplum kesimlerine yönelten bir tercih olarak karşımıza çıkmaktadır. Geliri olmayan yurttaşı dahi borç yükünün altına iten bu uygulama, ülkemizde işsizliği bile lüks hâline getiren bir yönetim pratiğinin açık göstergesidir.

İktidarın bütçe anlayışı da bu kararın arkasındaki zihniyeti berrak biçimde ortaya koymaktadır:

Üretim, istihdam ve vergi adaleti temelinde sürdürülebilir bir bütçe yerine; kaynak arayışının odağı sürekli dar gelirli yurttaşlar olmaktadır.

Sağlık, eğitim ve sosyal koruma gibi alanlarda güçlü kamu yatırımlarına yönelmek yerine, finansman ihtiyacı hane halkının omuzlarına aktarılmaktadır. Böylece bütçe dengesi, kamu kaynaklarını geniş kesimlere yayarak değil; toplumun en kırılgan kesimlerinin yükünü artırarak oluşturulmaktadır.

Sosyal devlet, riskleri paylaşan bir sistemdir. Ekonomik sıkıntı yaşayan yurttaşın omuzlarına yük aktaran bir model olamaz. Çok açıktır ki bu düzenin sürdürülebilir tarafı yoktur.

Sağlık hakkı prim borçlarına, emeklilik güvencesi düşük aylıklara, işsizlik sigortası ise fiilen erişilemez bir yapıya sıkıştırılmış durumdadır. Bu tablo, ülkemizde yoksulluğun derinleşmesine, güvencesizliğin yayılmasına ve vatandaşın devletle olan güven bağının zedelenmesine yol açmaktadır. Vatandaşın alın teriyle, onuruyla, ekmeğiyle oynayan hiçbir yönetimin de ayakta kalamayacağı ortadadır.

Bu çöküşün panzehiri bellidir. Sosyal devletin yükünü yurttaşa yıkan bu anlayışın karşısında kararlılıkla duracağız. Güçlü ve adil sosyal devleti yeniden inşa edeceğiz. Türkiye’nin ihtiyacı, vatandaşın omuzlarına yük bindiren değil; yük alan bir sosyal güvenlik mimarisidir. Bu ülke, borçla terbiye edilen değil; hakları güvence altına alınan yurttaşlarıyla yeniden ayağa kalkacaktır.